Günümüzde bilim ve teknoloji olağanüstü bir şekilde gelişme göstererek,  insanların hayatına büyük kolaylıklar getirmiştir. İletişim araçlarının sayesinde mesafeler kısalmış, bilginin yayılması adeta dakikalarla sınırlanmıştır. Ülkeler arasındaki sınırlar kalkmış, her birey  adeta “dünya vatandaşı”  olmuştur. Bu gelişmeler ışığında  hayat,  inanılmaz bir hıza ve rahata kavuşmuş ama  insanoğlunu da mutlu etmeye yetmemiştir.

Özellikle gençliğin yaşadığı sorunlar bu bağlamda değerlendirilebilir. Madde kullanma yaşının giderek düşmesi, sapkın inanışların yaygınlaşması, şiddet, kişilik çatışmaları, uyumsuzluk, bencillik, intihar vb. suç oranlarının tırmanmasına yol açmış ve gençliğin sorunlarını içinden çıkılamaz bir hale getirmiştir. Manidar olan ise bu sorunların daha çok gelişmiş ülkelerde zirve yapmasıdır.

Gelinen noktada madde odaklı eğitim sistemlerinin tek taraflı fayda sağladığını oysa insanın doğası gereği doyurulması gereken bir de manevi yönünün olduğunu bugün pek çok araştırmacı kabul etmiş durumdadır. Uzun yıllar süren çalışmalar neticesinde değerler eğitiminin önemi artık tartışmasız bir şekilde kabul görmüştür.

Değerler eğitiminin ne olduğu noktasında benzer görüşler olmakla birlikte bizim bakış açımızdan konu tek bir cümle ile özetlenmektedir. Değerler eğitiminin tek bir amacı vardır. “İyi insan yetiştirmek.” Dikkat edilecek olursa burada vurgu maddi anlamda başarılı, çalışkan insan üzerine değil, doğrudan manaya insanın özüne yapılmıştır. Dünyada adlarını başarıları ile duyuran bilim insanlarının destekleyici ifadeleri de bizi haklı kılmaktadır. Örneğin Einstein: “Çocuklarınıza başarılı bir insan olmayı öğretmeyin değerli bir insan olmayı öğretin. Çünkü başarılı insan verdiğinden fazlasını hayattan alır. Oysa değerli insan aldığından fazlasını hayata verir.” diyerek madde odaklı yaşamanın sakıncalarına dikkat çekmiştir. Bir başka örneği şöyle verebiliriz: Almanya’da bir okul müdürü, her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlere bu mektubu gönderirmiş: Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar. Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur: Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır…

Buradan da anlaşılacağı üzere başarılı güzel bir meslek sahibi olmak ile iyi insan olmayı başarmak birbirinden farklıdır. Her insan çok çalışıp dişiyle tırnağıyla kazıyarak bir yerlere gelebilir. Ancak bu iyi insan olmak anlamına gelmez. Gönül ister ki geleceğimizin emanetçileri çocuklarımız, gençlerimiz hem başarılı hem de iyi insanlar olsunlar.

İyi insan konusunu biraz daha irdelersek: İyi insanın bize göre tartışmasız en bariz özelliği doğruluktur. Hatta iddialı gibi görünmekle birlikte burada bir tespitten bahsetmek yerinde olacaktır. Değerler eğitiminde çocuklarımıza, gençlerimize sadece doğruluk değerini öğretmemiz bile tek başına yeterlidir düşüncesindeyiz. Çünkü bugün yaşanan problemlerin kökenine indiğimizde hepsinde karşımıza çıkan ortak bir nokta vardır. Yalan! Bu yüzden toplumda bugün büyük bir güven bunalımı hakimdir. Konuşulurken yalan söylenmesi, verilen sözlerin tutulmaması, iyi niyetlerin istismar edilmesi vb. hepsi yalanla ilişkilidir. Başka bir deyişle cinayetler, hırsızlıklar, gayri meşru ilişkiler vb. tüm şer işlerin kökenine indiğimizde bunların yalan söylemeden yapılamayacağı aşikardır. Hatta biraz daha ileri giderek savaşların bile yalanlar yüzünden çıktığını söyleyebiliriz. Örneğin büyük güçlerin dünyanın farklı bölgelerinde bulunan ülkelere savaş açmalarının arkasında kamuoyuna sundukları gerekçelerin doğru olmadığı pek çok kaynak tarafından deşifre edilmişti. Dolayısıyla sadece yalanı hayatımızdan çıkarmak tüm kötülüklerin önlenmesini beraberinde getirecektir demek yanlış olmaz. Değer olarak sadece doğruluğun yeterli olduğunun kanıtı sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)’ in bir hadisinde de karşımıza çıkmaktadır. “Doğruluk iyiliğe, iyilik cennete götürür. Yalan kötülüğe, kötülük cehenneme götürür.” Bu bağlamda ağzımızdan çıkan sözün önemine yapılan vurgu dikkat çekicidir. Konuştuklarımız bizi anlatır. Neyi konuşuyorsak biz oyuz. Gandhi’nin ifadesi ile:

Sözlerinize dikkat edin düşüncelerinize dönüşür.

Düşüncelerinize dikkat edin duygularınıza dönüşür.

Duygularınıza dikkat edin alışkanlıklarınıza dönüşür.

Alışkanlıklarınıza dikkat edin değerlerinize dönüşür.

Değerlerinize dikkat edin karakterinize dönüşür.

Karakterinize dikkat edin kaderinize dönüşür.

Evet, her şey söz ile başlayıp kaderin şekillenmesine kadar gitmektedir. Allah Resulü de aynı konuda “Allahu Teala her söyleyenin söylediğini bilir. O halde kul, Allah’tan korksun, ne söylediğini düşünsün.” diyerek “söz” konusunda bizi uyarmaktadır. Doğruluk Kur-an’ı Kerim’de de uyulması gereken en önemli değer olarak üç yüzden fazla yerde geçmektedir. Örneğin Ahzap suresi 70’de “Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.”

Söz TOHUMDUR: Yerini bulmalı, vaktini bilmeli ve ekmeli.

Söz AYNADIR: Güzeli aksettirmeli.

Söz SİLAHTIR: Hakkı müdafaa, dostu muhafaza, düşmanı te’dib etmeli.

Söz SOHBETTİR: İlim ve fazilete dayanarak adam yetiştirmelidir.

Söz, DİNLEYENE söylenir.

Söz, ANLAYANA söylenir.

Söz, TUTANA söylenir.

Yani söz İNSANA söylenir.

Söz önemli dedik çünkü ağzımızdan çıkan sözlere göre düşünüyor ve davranıyoruz. Bu bakımdan sözlerimizin kaliteli olmasına dikkat edersek, bunun bizim iç dünyamıza ruhumuza yansıması kaçınılmazdır. İçi, yani kalbi, gönlü, ruhu güzel olan insan da iyi insandır. İyi insan günden güne kendini daha iyi tanıyan, zayıf ve güçlü yönlerini bilen, zaaflarını kontrol etmeye çalışan, zamanla pek çok değeri kendinde toplayan insandır. Değerlere sahip oldukça o insana kıymet biçilemez. Bu anlamda şöyle bir örnek verebiliriz: Sadece altından yapılmış bir taç düşünelim. Altından imal edilmiş olması o tacın çok değerli olduğu anlamına gelmez. Onu daha da değerli bir hale getirebiliriz. Altın tacı değerli taşlarla süsleyebiliriz. (Elmas, yakut, zümrüt, safir, pırlanta, inci vb.) tüm taşları büyüklü küçüklü yerleştirdikten sonra tacımız değer üstüne değer kazanmış ve eşsiz bir taç halini almıştır. Aynı şekilde çocuklar, henüz kötülüğe bulaşmadıkları için saf altın hükmündedirler. Onları taçtan yola çıkarak nasıl daha değerli hale getirebiliriz. Onlara değerleri öğreterek ve öğrendikleri değerleri içselleştirerek düşünce, tutum ve davranışlarında bu değerlere göre yaşamalarını sağlayabilirsek bu mümkün olabilir. En önemli değer doğruluktur ve onu elmasla özdeşleştirerek öncelikle onu yerleştirmeli ve sonrasında diğer değerleri. Tacımızda nasıl ki değerli taşları büyüklü küçüklü kullandık. Çocuğumuza öğrettiğimiz değerler de öyle olacaktır. Çünkü hepsi aynı önem ve değere sahip değildir. Sadece taviz vermeyeceğimiz tek değer vardır. DOĞRULUK. O herkeste en üst düzeyde bulunmalı. Diğerlerinin seviyesi değişebilir. Örneğin bir insan çok saygılı olabilir ancak yalana baş vuruyorsa  saygılı olması hiçbir değer ifade etmez. Veya çok başarılı, çalışkan biridir ama yükselebilmek uğruna her yolu mübah görüyorsa yine anlamsızdır. Kısacası yalan öyle bir kötülüktür ki, onun bulunduğu yerde diğer değerlerin önemini kaybedeceği tartışılmaz bir gerçekliktir.

Buradan yola çıkarak konunun daha geniş kitlelere aktarılması ve bir farkındalık sağlanması için “Doğruluk Zamanı” adlı projeyi hayata geçirmeye çalışıyoruz. Projemizde hedef kitlemizin küçük yalanlar konusunda hassasiyet göstererek, büyüklerini söylemelerinin önüne geçmek ve böylelikle doğruluğun yükselen bir değer olmasına katkıda bulunmak amaçlanmaktadır. Çünkü küçük yalanlar önlenebilirse, büyükleri zaten söylenmeyecektir, inancındayız. Hedef kitlemiz tüm insanlar olmakla birlikte daha çok özü gerçekte iyi olup yalan söylediğini fark etmeyen ve yalanın normalleşmesine istemeden katkıda bulunan insanlardır. Bu insanların farkındalık kazanması başlı başına önemli bir adımdır. Şairin “Toplum bir kişinin ayağa kalkmasını bekler.” sözü ışığında inanıyoruz ki ayağa kalkanın ardından kalkacak çok kişi  olacaktır.

Siz okuyucuların bize destek olacağına inanarak şu sözlerle veda ediyoruz. Bir yalan dört doğruyu götürür: İyiliği, güveni, sadakati ve huzuru. Hepinize yalansız günler dileği ile.

Dr. Esra GÜLMEZ