Evet, Akif sözünün eri biridir, demiştik. Yine Mithat Cemal’in başından geçen şu hâdise sözün hangi şartlarda yerine getirileceğini göstermesi ve günümüz insanına örnek olması açısından oldukça düşündürücüdür: “Meşrutiyet’in ilk seneleri, bir cuma günü adam boyu kar yağdı. O gün Akif’in hazzetmediği şeyler işlemedi; araba, tramvay, şimendifer… Çapa’daki evimize o gün sütçü, ekmekçi gibi satıcılar bile gelmediler.

Öğle yemeğinden sonra biz hâlâ ekmekçiyi beklerken kapı çalındı. Fakat… Akif Bey gelmişti. Bıyığının yarısı donmuştu. Şaşırdım. Nasıl geldiğini merak ettim. Beylerbeyi’nden Beşiktaş’a nasılsa bir vapur işlemişti. “Bu kadar mı”, dedim. Tabii ki bu kadardı. Ve tabii ki Beşiktaş’tan Çapa’ya bu havada insanlar yürüyerek de gelirdi.

Bu karda tipide yürünen mesafeye ben şaştıkça, Akif de benim hayretime şaşıyordu.

-Gelmemem için kar, tipi kâfi değil, vefat etmem lazımdı. Çünkü geleceğim diye söz vermiştim. İnsanların birbirlerine verdikleri sözün, bu kadar korkunç birşey olması, o gün beni ürküttü.

“-Akif, dedim. Sen eğer verilen sözün mânâsını bu türlü anlıyorsan, bana izin ver de, ben bu türlü anlamıyayım. Benim verdiğim sözün şiddetli bir lodosa bile tahammülü yoktur!

O: -Ben böyleyim, dedi. Ben de:

-Ben de böyleyim! dedim.

Bu vak’adan sonra ona söz vermekten korktum. Onun gözünde, ne karayel fırtınası, ne diz boyu kar, geçerli mazeret değildi.”