Çok yoğun bir dönemden geçiyordum. Tabiri caizse başımı kaşıyacak zamanım yoktu. Tatilde yaparım diye ertelediğim işlerin yanı sıra yatılı misafirler kendime ayıracak bir an bile boş zaman bırakmıyordu. Tüm yoğunluğum yetmezmiş gibi müdür yardımcımız aradı ve yöneticilik sınavı olduğunu bu sınava girmemin de benim için çok iyi olacağını söyledi. Önce reddedecek oldum ama ikna olmam uzun sürmedi. Sınava hazırlanmam için on beş gün zamanım vardı. Doğrusu hiç umutlu değildim çünkü kısa bir araştırma yapınca başkalarının uzun zamandır bu sınava hazırlandıklarını ve hatta kurslara gittiklerini öğrenmiştim.

Şansım azdı ama en azından sınavın nasıl olduğunu öğrenirim ve tecrübe kazanırım düşüncesiyle çok da sorgulamadan çalışmaya başladım. Seminer dönemiydi dolayısıyla en iyi çalışma ortamı okuldaydı. Herkesten uzakta bir köşeye çekiliyor ve mümkün olduğunca konuları hızla eritmeye çalışıyordum. Arkadaşlarıma durumu açıklamamıştım. Zaten kendimi denemek için giriyordum, bir iddiam da yoktu üstelik. Bir gün elimde kitaplar kütüphaneden çıkarken bir öğretmen arkadaşımla karşılaştım. Kitapları görür görmez çok da çaktırmamaya çalışarak “Kardeşim benim de bu sınava girmemi istiyor. Bana da bu kitaplardan almış. Bilmiyorum çalışmadığım için çok da ümitli değilim acaba sınava girsem mi?” gibi bir şeyler geveledi.

Bakışlarından ses tonundan hiç de sınavı hafife almış veya başkasının zoruyla sınava girecekmiş gibi gelmedi bana ama yorum da yapmadım. Tanıdığım kadarıyla kıskanç ve hırslı biriydi. Nihayet sınava girdim. İnanılır gibi değildi. Sınav çok basit gelmişti bana sadece “Keşke biraz daha çalışma şansım olsaydı.” diye düşünmüştüm. Sınavımın nasıl geçtiğini soranlara hep aynı cevabı veriyordum. “Geçersem şaşırmam, geçemezsem kıl payı geçemem.” diyordum.

Sınav sonucu beni doğruladı. Baraj yetmiş idi oysa benim puanım 69.950 gelmişti. Güleyim mi ağlayayım mı? Gerçekten kıl payı ile kaçırmıştım. (aslında kaçırmadığımı puanımın yetmiş olarak tamamlanacağını sonradan öğrenmiştim)

Garip düşünceler içinde gülmeme de engel olamadan derse gittim. Arkadaşımı orada görünce “Sahi sen kaç aldın?” diye sordum. Sınav sonuçlarının açıklandığından habersizdi. Belli etmemeye çalışmakla birlikte çok heyecanlanmıştı. Hemen bilgisayarın başına geçti. Yüzü bana dönüktü Bilgisayarın ekranına bakarken ben de onu inceliyordum. Yüzü birden allak bullak oldu. Belli ki geçememişti.

Önce sakin olmaya çalışarak “altmış dört almışım.” dedi. Bilgisayarı kapattı ve ayağa kalkarken “Şaka, şaka yetmiş dört aldım.” dedi. Tebrik ettim ve oradan ayrıldım. Sınav için beni teşvik eden müdür yardımcımız ile konuşurken aldığım puanı söyleyince “Zaten bizim arkadaşlardan pek kimse geçememiş ama gelecek defa inanıyorum ki geçersiniz.” deyince ona “Filan arkadaşımız geçmiş 74 almış.” dedim. Çok şaşırdı ama bir şey de demedi. İki gün sonra yine karşılaştık. Bıyık altından gülerek “Size 74 aldığını söyleyen bayan 61 almış. Haberiniz olsun. İnsanları gözünüzde büyütmeyin.” dedi.

Bu olayı kendimce değerlendirdim ve şu sonuca vardım. Arkadaşımın davranışı gerçekten çok hainceydi. Zira ben geçemediğimi söylemiştim. Şayet sınavı geçmiş olsaydım onu bir parça daha iyi anlardım. “Benim geçmemi kaldıramadı ve böyle davrandı.” diye düşünebilirdim. Oysa ben zaten geçememiştim, onun buna rağmen böyle bir yalan söylemesi, aklınca beni ezmeye çalışması çok zavallı bir durumdu. Aşağılık kompleksi insana neler yaptırıyor. Doğrusu üzüldüm ama asıl üzülmemin nedeni bu insanın bir eğitimci olması ve öğrencilerine doğruluk, dürüstlük noktasında sık sık nutuk çekmesine tanıklık etmemdi.